Demokratik Cumhuriyet Konferansı: ‘Kürtlerin eşitlik taleplerini karşılamadan değişimden bahsetmek zor’
Halkların Demokratik Partisi (HDP) tarafından düzenlenen ‘Demokratik Cumhuriyet Konferansı’nın ilk günü katılımcıların yaptığı konuşmalarla gerçekleştirildi.
HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar’ın açılış konuşmalarını yaptığı ilk oturumda Ahmet Türk, Murat Doküman, Necmiye Alpay, Oya Baydar ve İstet Türmen, “Cumhuriyet: Yüzyılın Muhasebesi” konusunu masaya yatırdı. Süreyya Karacabey moderatörlüğünde.
HDP, Ahmet Türk’ün korona virüse yakalandığını duyurdu. Türk’ün konferansa online bağlanacağı belirtildi.
YÜZYILIN MUHASEBESİ
“Cumhuriyet’in Kuruluş Dinamikleri”nin ele alınacağı ikinci oturumun moderatörlüğünü Ayşegül Devecioğlu, “Cumhuriyet Bir Sözleşme miydi” başlığıyla Barış Ünlü, “Cumhuriyet’in kuruluşunda Kürtler” başlığıyla Hamit Bozarslan, “Demokratik Bir Milliyetçilik-Neden Olmadı” başlıklı Tanıl? Bora “Türkiye’de kapitalizmin 100 yılı” başlığıyla, Özgür Öztürk “Cumhuriyet’in kurucu dinamiği olarak ataerkillik ve feminist mücadele” başlığıyla, Hülya Osmanağaoğlu ve “İnançlar ve Cumhuriyet” başlığıyla Ayhan konuştu. Yalçınkaya.
Konferansın dördüncü oturumunda ise Cumhuriyet’in anayasal serüveni ele alınacak. Sevilay Çelenk moderatörlüğünde Murat Sevinç, “1921 Anayasası: İmkan, ütopya, pragmatizm” başlığıyla konuştu. Dinçer Demirkent’in “1924 Anayasası: Fırsatı Kapatan İkinci Kurum mu?” başlıklı oturumun sonunda Levent Köker, 1961 ve 1982 anayasalarının demokratik cumhuriyet açısından eleştirilerine değindi.
DEMOKRASİ VE CUMHURİYET
Konferansın ikinci günü, ikinci yüzyıla girerken “Demokrasi” ve “Cumhuriyet” üzerine değerlendirmelerle başlayacak. İlk oturumda Faruk Alpkaya’nın moderatörlüğünü yaparken, “2. Yüzyılda Cumhuriyet Fikri” başlığıyla Nilgün Toker, “Cumhuriyet’in demokrasi ile imtihanı” başlığıyla Bekir Ağırdır, “Eşit” başlığıyla Füsun Üstel Vatandaşlık”, Cengiz Çiçek ise “Cumhuriyet ve Demokratik Millet” başlıkları ile. sunum yapacak.
Demokratik Cumhuriyet tartışmalarının ve siyasi-toplumsal güçlerin çaba arayışlarının yürütüleceği ikinci günün ikinci oturumunda moderatör olarak Perihan Koca yer alacak. Can Soyer, “Cumhuriyet ve ötesi: 2. yüzyıl mücadelesi” konusunu ele alırken, Ferda Koç, Cumhuriyet’in neden demokratikleşmediğini ve nasıl demokratikleşeceğini anlatacak. Nuray Sancar, “Katılımın Ötesinde: Halkın Demokrasisi, Halk Cumhuriyeti’nin Sınıf Çerçevesi” konulu konferansta yer alırken, Kenan Kalyon, Demokratik Cumhuriyet ve üçüncü yol siyaseti üzerine değerlendirmelerde bulunacak.
KÜRT NE İSTİYOR?
“Nasıl bir Gelecek, Nasıl bir Cumhuriyet” tartışmalarının üçüncü ve dördüncü oturumlarında moderatörlüğünü Şebnem Oğuz ve Onur Hamzaoğlu yapacak. Bu oturumda Yüksel Genç “Kadınlar ne istiyor”, Aslı Odman “İşçiler ne istiyor”, Mustafa Aslan “Aleviler ne istiyor” ve Tayip Temel “Kürtler ne istiyor” sorularını yanıtlayacak. Konferansta Livan Orman gençlerin ne istediğinden bahsedecek, Pakrat Estukyan ise azınlıkların ne istediğinden bahsedecek. Ecehan Balta’nın “Ekolojik toplum fırsatı” başlıklı konuşması mikrofonla uzatılacak. Konferans, Haluk Levent’in demokratik katılımcı ekonominin olanaklarını tartışacağı sonuç bildirgesi ile sona erecek.
‘ESKİYİ KURMAK ÇÖZÜM DEĞİL’
Konferansın açılış konuşmasını yapan HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar şunları söyledi:
“Kritik bir eşikteyiz. Toplumun büyük bir kısmı çıkış yolu arıyor. Yeni yüzyıla girerken demokratik cumhuriyetin amacı birlikte yürümektir. Amaç eşit vatandaşlıktır. Cumhuriyetin değerli özellikleri ve kazanımları vardır. .Çok acı tecrübeler yaşadık.Temel olan yurttaşlığı eşit bir zemine oturtmak.Meğer bizde tam tersi kimlikler var ama devletin çizdiği,devletin takdir ettiği çerçevede olmuşlar. Türkiye toplum olmaktan uzaklaştı.Toplum olmak için ciddi çabalar gerekiyor.Özgür bir yaşam kurulmalı.Toplum sözleşmesi gerekecek.Toplumun mümkün olan en geniş katılımıyla bunu kurmamız gerekiyor.Yaşamamalıyız. avukatla.Bu siyasi ve zihniyet çizgisi farklı siyasi akımlar tarafından sahipleniliyor.Çeşitli hareketler bu zihniyeti sürdürmeyi büyük bir avantaj olarak görüyor.Tek çıkış yolu yeni demokratik özgür bir başlangıç.Hepimizin birlikte düşünmesi ve yürümesi gerekiyor.F monist bir zihniyetten Özgürleşme, özgür bir toplum için bir koşuldur. Eskiyi geri getirmek çare değil. Bir süre sonra birebir bir şey olmaya mahkumdur. Parti olarak amacımız iktidar bloğunun kurmaya çalıştığı bu rejime engel olmaktır. Bütün toplumun kazanacağı bir siyasete ihtiyaç var.”
BULDAN: BU ÜLKE ÇÖKÜYOR
HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan da, “Türkiye halkları olarak demokrasiyi hep dışlayan sistemin yarattığı krizleri yaşıyoruz. Tüm inançları, kimlikleri ve farklılıkları dışlayan aklın yaratmaya çalıştığı tekçi hegemonya, günümüz tarihsel kırılmasının temel nedenidir. Bu da ülkeyi çöküşe götürüyor. Cumhuriyetin ikinci yüzyılını güçlü bir toplumsal barış ve emek hakkına kavuşturmak hepimizin sorumluluğudur. Yeni bir siyasi akılla bu hedefe her zaman birlikte yürüyebiliriz. Sorun siyaset kazanmak değil, eşit ve özgür bir ülkede yaşamak isteyen 85 milyon insana demokrasi dönemini yaşatmaktır. Bütün sorunların kaynağı olan Kürt sorununun çözümsüzlüğü, cumhuriyetin demokrasiyle buluşmasının önündeki en büyük çatlaktır. Bu çatlağı görebilirsek Kürt sorununu demokratik ve barışçıl bir şekilde çözebiliriz. Gerçeklerle yüzleşmek, gerçeklerle yüzleşmek, toplumsal yaraları kapatmak, birebir acıların yaşanmayacağının en büyük garantisi olacaktır. Kadınların özgürlüğü ve eşitliği ile bir cumhuriyet demokrasiye ulaşabilir. Bunu haklara, eşit vatandaşlığa dayalı yeni bir toplumsal sözleşme ile yapabiliriz. Bu imkanı gerçeğe dönüştürmek ve birinci yüzyılda dışarıda bırakılanların hayalini gerçekleştirmek bizim görevimizdir. Farklılıklarımızla bir araya gelmeye devam edeceğiz. Demokratik cumhuriyete katkıda bulunmalıyız. Statüko ve onarım değil, yeni bir hayat bizi çağırıyor. Yeni dönemin sahipleri Türkiye halkları olacaktır.”
AHMET TÜRK: DEVLET KÜRTLERİ TOPLAMAYA ÇALIŞTI
Açılış konuşmalarının ardından ‘Cumhuriyet: Yüzyılın Hesabı’ başlıklı oturuma geçildi. Oturumda ilk kez korona virüse yakalanan Ahmet Türk, internet üzerinden konuştu. Ahmet Türk dedi ki:
“Bu değerli toplantıda yanınızda olamadım. Bugünü anlamak için geçmişe biraz bedel ödemek gerekiyor. Türklük ve Türkçülük, İttihat ve Terakki mantığının iç içe geçtiği bir dönem yaşandı. Bu merkeziyetçi bir anlayıştı. Gayrimüslimlerin nüfusunu azaltmak ve Kürtleri asimile etmek için bir projeydi. Bir ulus-devlet mantığı yaratma tarzıydı. Sivas ve Erzurum kongrelerinde Kürtlere özerklik sözü vermesine rağmen cumhuriyetin kuruluşundan sonra bundan vazgeçildi. Anlaşma tamamen bozuldu. Pir Said isyanından sonra baskılar arttı. İnfazların genel müfettişler tarafından yapılması o dönemin hukukuna aykırıydı. İsmet Paşa’nın Kürdistan seyahatleri hakkında raporlar hazırladı. Tüm projeler Kürtlerin Türkleştirilmesi projesiydi. Ulus devlet mantığı ve devlet politikası hiç değişmedi. Devlet baskıcı siyasetle Kürtleri asimile etmeye çalıştı. Yine azınlıklar da öyle. Kürdistan’daki Ermeniler azınlık haline geldi. Şimdi cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken, tüm bu yaşananları toplumla paylaşmadan demokratik bir cumhuriyeti inşa etmek kolay olmayacaktır. Kürtlerin eşitlik talepleri karşılanmadan değişimden söz etmek güç. Bu coğrafya yaşanan adaletsizlikler anlatılarak değişim ve dönüşüm sağlanabilir. Ama demokrasiye inanan bizler bunu başarabiliriz. Kürtlerin neden düşmanlaştırıldığı kamuoyunun iyi bilmesi gerekir.”
BELGE: CUMHURİYET BİZE PARLAK SONUÇLAR VERMEDİ
Ahmet Türk’ün ardından söz alan Murat Dokuman, “Cumhuriyet bize parlak sonuçlar vermedi. Yüzyılı aşkın bir süredir söz konusu olmuştur. Demokrasisiz bir cumhuriyet. Bu maceranın sonuna gelmemiş olsak da, sanırım yaklaşıyoruz. Seçime yaklaşıyoruz. Bu kritik dönem nedir? Bu ikinci diktatörlük altında bir seçimi daha kaybedersek ne olacağını tahmin etmek zor. Bu duruma düştüğümüz halde ara mı verdik? Bir takımın çözülemeyen sorunları vardır. Bugünlerde HDP’nin adayıyla meşgulüz. Altılı Tablo neden bir merkeze geldi? demokrasi için. Peki Kürt sorunu yok mu? Buna çok demokratik bir şekilde yaklaşmıyoruz. Demokrasiden bahsedeceğiz ama Kürt diye bir şey yok. Bu mantıklı değil. HDP’siz Altı Sofra ile demokrasiye ulaşmaya çalışıyoruz. Antidemokratik bir Jakoben formu. “Hatırladığım hiçbir demokratik süreç yok” dedi.
TÜRMEN: KÜRT SORUNU HALA KONUŞULMUYOR
Parlamenter demokraside daha önce de otoriter yönetimin olduğuna dikkat çeken İş Türmen, “Bu çağa geldik, demokratik cumhuriyette yaşayamadık. Yeni bir şeyler inşa edebileceğimiz bir çağdayız. Bir fırsat var. Şimdi yeni bir demokratik cumhuriyet kurup kuramayacağımızı tartışma zamanı. Türkiye’de Kürt sorunu konuşulmuyor. Kürt sorunu çözülmeden demokrasi nasıl gelecek diye soran yok. Tüm bulmacanın modülleri nasıl ortaya çıkacak? Parlamenter demokrasi bizim durumumuzda olduğu gibi her zaman demokrasi getirmeyebilir. Parlamenter demokrasi döneminde otoriter yönetim de vardı. Başkanlık sistemi ile bu kurumsallaştı. Parlamenter demokraside kuvvetler ayrılığından söz edemeyiz. İktidar partisi, muhalefet hariç her şeye kadirdir. Yeni bir sistem düşünmemiz gerekiyor.”
ÖNDER: ZAYIFLARDAN NELER İYİ GÖRDÜK Kİ, YETKİLİ PARLAMENTARADA GÖRDÜK
Sırrı Süreyya Başkan sözlerine Kürtçe “Hoş geldiniz” diyerek başladı. Konuşmacıların arasında LGBTİ+ bireylerin bulunmadığını söyleyen lider, bu nedenle özeleştiri yaparak söze başlamak istediğini söyledi:
“LGBTİ+ kurum temsili kaçırıldı. Kendimi suçlamadığım için özür dilerim. Sayın Öcalan’ın tek bir farkı var, gerçeğe saygı duyan tek kişi oydu. Bu çok değerli. Cumhuriyetin zulmünden ve tekçiliğinden bahsettik. Analizimiz var. Problemleri ona göre tanımlarız. Ama ne olduğundan bahsetmiyoruz. Bak, utanıyoruz. Bu yaklaşımla değil. Herkes kavramlarla başlar. Acı çekiyoruz. Parlamenter sistem de süpürüldü. Zayıf olandan ne fayda gördük ki, güçlenen milletvekilinden görebilelim? Bu parlamenter rejimle tarihi emeğe en büyük saygısızlığı yapıyorsunuz. Kürtler bu ülkenin geleceğinde söz sahibi olmak istiyor. Kimsenin hakkından taviz vermeden paylaşmak ister. Tıkanmanın bedelini canımızla ödüyoruz. Ayrıca bir lider adayı da alıyoruz. Bazı arkadaşlar ortalığı karıştırıyor. Bu tartışmaya tanık olmamız gerekiyor. Madem böyle bir bedel ödedik o zaman ‘Çözüm biziz’ demek gerekiyor. Bu telaş çok acı verici. Hiçbir şey vermiyor. En kötü tüccar bile bunu yapmaz. Kendi konseptin olmalı. Halay gibi çekelim, hep beraber eğlenelim.”
‘Kürtler özgür ama Türkler tutsak’
Demokratik Cumhuriyet Konferansı, “Cumhuriyetin Kurucu Dinamikleri” başlıklı ikinci oturumuyla devam etti. Moderatörlüğünü Zerrin Kurtoğlu’nun yaptığı oturumda Hamit Bozarslan, Özgür Öztürk, Hülya Osmanağaoğlu ve Ayhan Yalçınkaya konuştu.
Konuşmacıların ele aldığı konulardan öne çıkanlar şöyle:
Konferansa online olarak katılan Paris Sosyal Bilimler Üniversitesi’nden katılımcılar Hamid Bozarslan : ‘Türkiye nasıl kurtuldu?’ onlar sorar. İkinci yüzyılda yeni bir soru sorulmalıdır. Türkiye nasıl kuruldu, kimler tarafından, kime karşı kuruldu? Bu soruların sorulması gerekiyor. Cumhuriyet kime karşı kuruldu? Türklük, Asya’ya karşı bir zafer olarak nitelendirildi. Sorum şu, cumhuriyet doğduğunda bu halklar hangi koşullardaydı? Sadece Kürtlerden bahsetmeyeceğim. Diğer katmanlardan, yoksullardan, dışlananlardan bahsetmek gerekiyor. 1923’te kuruluş döneminde Kürtler ne durumdaydı? Kürtler bu dönemde mağlup bir halk olarak değerlendiriliyor. Kürtlüğün isyana kayması, Lozan’ın ihanet olarak görülmesi, verilen sözlerin yerine getirilmemesi… Türklüğü kabul etmeyen Kürtlük tehlike olarak görülüyor. Kürtlük gerici, feodal ama nesne olarak tanımlanırken, Türklük devrimci, eşitlikçi, öznel bir sınıf olarak fiyatlandırılıyor. Kürdistan, cumhuriyetle birlikte genel müfettişlik, sömürge veya yarı-sömürge olarak bilinir. CHP Türkiye’de tek parti ama Kürdistan’da CHP yok. Sonları mayınlı ediliyor. 1920’den sonra Kürtlüğü ayıran sınırlar ortaya çıkıyor. Bütün bu nedenlerle Kürtlüğün yenilmiş bir halk olarak ortaya çıktığını görüyoruz. Yüz yıl sonra Türkiye’de tutsak ve serbest olan kim? Kürtler bugün Türkiye’de özgür. Hapishanelerde çok baskı altında. Kürtlük özgür ama kendi fikirlerinde tutsak, tarih okuyan, kendi geleceğini kuran, sanatsal yaratıcılığı olan Türklüktür. Kumaş ancak şehit kanlarıyla sulanırsa bayrak olur diyen bir Türklük özgür olabilir mi? Türkiye’de Türklüğün özgür olmadığını görüyoruz.”
“12 EYLÜL’DEN BERİ İŞVERENLERİN GÜLÜ GÜLÜYOR”
Özgür Öztürk: Devletçi politikalar 1930’larda zorunluluk sonucu gündeme geldi. Dış ticaret kesintiye uğrayınca bazı temel ekipmanların yerli üretimi başladı. Sanayileşme kısa sürdü, İkinci Dünya Savaşı ile kesintiye uğradı. 1950’lerin ortalarına kadar Türkiye’ye ticari ve tarımsal çıkarlar hakimdi. Darbelerin bir ekonomi politikası vardır. Bire bir toplumsal ilginin üretildiği bir süreçtir. Kapitalist üretimin en karakteristik türü sanayileşmedir. İstihdam, elbette, göç anlamına gelir. İlk büyük dalgası 1960’larda meydana geldi. O dönemde şehir sanayiyi çekiyordu. 90’lı yıllarda ikinci büyük dalgayı yaşadık. Köy boşaltmalarının büyük etkisi oldu. Kırsalda geçimini sağlayamayanların işçi olmak zorunda kaldığını görüyoruz. Bu, son derece sistematik olmayan koşullarda oluyor. Tüccarlar, sanayiciler ve bankacılar gibi birçok alanda sermaye fonları ortaya çıktı. Bu sadece Türkiye için bedava değil, üçüncü nesil ülkelerde sermaye ve şirket kümelenmeleri ortaya çıktı. 12 Eylül darbesinin ardından başkentin önü açıldı. İşverenler o zamandan beri gülümsüyor. Türkiye’de üretim yapan sermaye kümelerinin büyüdüğünü ve artık yurtdışında üretim yaptıklarını görüyoruz. Ticaretten holdinge bir sıçrama oldu. Türkiye’nin dünya ekonomisiyle ilişkileri de derinleşti.
‘KÜRT KADINLARININ KURTULUŞ MÜCADELESİ GÖRÜNMÜYOR’
Hülya Osmanağaoğlu: AKP iktidarıyla birlikte kadın sorunu her zaman gündemde. Bugün AKP’nin anayasa tartışmasında yaşıyoruz, İstanbul Sözleşmesi’nde yaşıyoruz. Hem 1997-98 döneminde hem de 28 Şubat döneminde kadınlar üzerinden tartışıyorduk. Cumhuriyet’in kuruluşu da dahil olmak üzere tüm tarihçilik, ağırlıklı olarak bu ikilik üzerinden işlenir. Kadınların eşit yurttaş ve yurttaş olması laiklik tartışması olarak öne çıkıyor. AKP dönemi İslami baskılar nedeniyle önemli meselelere sahip olsa da laiklik üzerinden kadının cumhuriyette nasıl yaşaması gerektiği tartışması iki şeyi bir araya getiriyor. Feminist çabalar ve Kürt kadınının özgürlük mücadelesi bu topraklarda görülmez. İlk feminist yürüyüş 50 kişiyle başladı, şimdi binlerle yürüyoruz. 2000’li yıllarda erkek şiddetini, kadın cinayetlerini sorguladık, ‘kadın cinayetleri politiktir’ dedik. Ataerkilliğin nasıl ucuz işgücüne dönüştüğünü ve AKP’nin kendisini bunun içinde nasıl inşa ettiğini konuştuk. Feminist çabalar ve Kürt kadın hareketinin kazanımları, İstanbul Sözleşmesi imzalandı, Kürt halkının ve Kürdistan’daki kadınların kazanımları kayyumlar tarafından talan edildi. Aynı şekilde şimdi de anayasa değişikliği ile kadınlar aileye mahkum edilmek isteniyor. LGBTİ’ler kişisel olarak suç sayılıyor.
‘Kürtler din düşmanı ilan edilebilir’
Ayhan Yalçınkaya: Cumhuriyet’ten bu yana din ve devlet deyince her düşündüğümüzde bir ikiliğin, bir gerilimin, bir sorunun varlığı bağlamında düşünürüz. Cumhuriyetler için din, beylikten daha gereklidir. Cumhuriyetin şüphesiz bir prensten çok dine ihtiyacı vardır. Din yıkılırsa devlet yıkılır denir. Din devlete karışmamalı ama devlet dine karışabilir. Yasalarla bağlı bireylerin bağlamı bir topluluk oluşturmaz. Vatanseverlik, düpedüz dindarlık. Her devletin mutlaka bir dini vardır, din devletin temelidir. Dinin temelleri sarsılırsa devlet ortadan kalkar. Din ve devlet arasındaki çatışmalarla yüklü, birbirinin yerine geçebilen bir bağlantı biçimi değildir. Aksine iç içedirler. Birinin yüzü diğerinin yüzüdür. Komünistler, Kızılbaşlar, Kürtler din düşmanı ilan edilebilir. Din düşmanlığı, devlet düşmanlığı sayılır.